Georgialı Bir Sufi: Forrest Gump




Gump, ingilizcede ahmak ya da aptal gibi anlamlara gelen bir deyim. Oysa yalnızca aptalca şeyler yapanlar aptal olur diye başlıyor film. Hayatı, kaderin önünde bir tüy gibi savrulan Forrest Gump’ın hikayesi. Hayatın, kaderin karşısında boynunun bu kadar kıldan ince olması için bir tüy kadar hafif ve naif olması gerekir. Bir marangozun tezgahında rendelenen ağaç gibi. Rendenin her gidip gelişinde bir parça daha incelmeli, atabilmeli tüm yüklerini ki, kadere teslim olabilsin. Oysa hayatta bir ağırlığımız olması gerektiği öğretiliyor bize. Yapabilirsin, başarabilirsin, kazanabilirsin, hedefi olmayan gemi hiçbir limana ulaşamaz! Kimse de çıkıp demiyor;  Belki bir limana ulaşması gerekmiyordur geminin, belki sadece yolda olmak için yapılmıştır, belki herhangi bir yerde karaya oturması hakkında daha hayırlıdır. Nuh aleyhiselamın bir rotası yoktu mesela. Aslında tam da bu durumu anlatan güzel bir Lynyrd Skynyrd şarkısı var, belki fonda çalar…

Nakşi tarikatının hakikate ulaşmak için; terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk gibi bir düsturu var. Yani hakikate ulaşmak için önce dünyevi hırsları ve arzuları terk etmeli insan, sonra ibadetlerini cennet arzusundan arındırıp yalnızca yaradan için ibadet edebilmeli, sonra mevcudiyetini terk edebilmeli, varlığına bir değer biçmemeli. En son da; tüm bu terk ettiklerinin bir eylem olduğunu unutabilmeli. Yani Tarik-i Nakşi, hakikate ancak tüm yüklerini atıp, kaderin önünde bir tüy kadar hafif olabilirse ulaşabileceğini söylüyor insana. Buradan bakıldığında bence birkaç bin kilometre ve birkaç yüzyıl farkla iyi bir Nakşi dervişi olabilirdi Forrest.

Diğer tarafta Jenny var. Onun için binli ve yüzlü mesafeler gitmemize gerek yok. Aramızdan biri…Ne gittiği kolej, ne üniversite, arzuladığı geleceği sunmuyor ona. Oyuncu olamıyor, meşhur bir folk şarkıcısı olup kitleleri peşinden sürükleyemiyor. Hippilerle katılıp  hayatının aşkına kavuşamıyor, onlarla birlikte dünyayı değiştiremiyor. Jenny, hırslarının peşinde oradan oraya savrulurken, Forrest’ın tamamen kadere teslim olan hayatı onu; en az iki amerikan başkanı tarafından takdir ettirmiş, bacakları olmayan bir savaş gazisine Apple gibi bir şirket bırakmış, hizmetçilik yapan asker arkadaşının ailesinin hayatını karidesten gelen parayla değiştirmiş, Elvis’e,  shit happens’a ve daha bir çok şeyle Amerikan tarihine geçmiş.

En sonunda hastalığıyla birlikte yıllarca hayattaki tüm mücadelesinin hiçbir anlamı olmadığını, mutluluğun aslında “hiçbir şey” olabilmekten geçtiğini anlıyor Jenny, fakat artık, Kazancı Bedih’in de dediği gibi “tükendi nakti ömrüm”. Forrest’a  gelince, hayatta arzularıyla, hırsla mücadele edenlerin sahip olmak istediği her şeye sahip olan Forrest’ın da  sahip olmadığı bir şey var, hem de hayatta tek arzu duyduğu, uğruna tek mücadele ettiği şey;  Jenny.

Özetle tüm kadim öğretilerin söylediği gibi “hiç” olmanın erdemi üzerine sinemanın kelimeleri ile söylenmiş bir güzelleme. Dünya, hırsları ve hedefleri olanlar için yaşaması epey zor bir yer maalesef.



*Not: Bu yazı Dünyevi Dergisinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder