Gump, ingilizcede ahmak ya da aptal gibi anlamlara gelen
bir deyim. Oysa yalnızca aptalca şeyler
yapanlar aptal olur diye başlıyor film. Hayatı, kaderin önünde bir tüy gibi
savrulan Forrest Gump’ın hikayesi. Hayatın, kaderin karşısında boynunun bu
kadar kıldan ince olması için bir tüy kadar hafif ve naif olması gerekir. Bir
marangozun tezgahında rendelenen ağaç gibi. Rendenin her gidip gelişinde bir
parça daha incelmeli, atabilmeli tüm yüklerini ki, kadere teslim olabilsin.
Oysa hayatta bir ağırlığımız olması gerektiği öğretiliyor bize. Yapabilirsin,
başarabilirsin, kazanabilirsin, hedefi olmayan gemi hiçbir limana ulaşamaz!
Kimse de çıkıp demiyor; Belki bir limana
ulaşması gerekmiyordur geminin, belki sadece yolda olmak için yapılmıştır,
belki herhangi bir yerde karaya oturması hakkında daha hayırlıdır. Nuh
aleyhiselamın bir rotası yoktu mesela. Aslında tam da bu durumu anlatan güzel
bir Lynyrd Skynyrd
şarkısı var, belki fonda çalar…
Nakşi tarikatının hakikate ulaşmak için; terk-i dünya,
terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk gibi bir düsturu var. Yani hakikate
ulaşmak için önce dünyevi hırsları ve arzuları terk etmeli insan, sonra
ibadetlerini cennet arzusundan arındırıp yalnızca yaradan için ibadet
edebilmeli, sonra mevcudiyetini terk edebilmeli, varlığına bir değer biçmemeli.
En son da; tüm bu terk ettiklerinin bir eylem olduğunu unutabilmeli. Yani Tarik-i
Nakşi, hakikate ancak tüm yüklerini atıp, kaderin önünde bir tüy kadar hafif
olabilirse ulaşabileceğini söylüyor insana. Buradan bakıldığında bence birkaç
bin kilometre ve birkaç yüzyıl farkla iyi bir Nakşi dervişi olabilirdi Forrest.
Diğer tarafta Jenny var. Onun için binli ve yüzlü mesafeler
gitmemize gerek yok. Aramızdan biri…Ne gittiği kolej, ne üniversite, arzuladığı
geleceği sunmuyor ona. Oyuncu olamıyor, meşhur bir folk şarkıcısı olup
kitleleri peşinden sürükleyemiyor. Hippilerle katılıp hayatının aşkına kavuşamıyor, onlarla
birlikte dünyayı değiştiremiyor. Jenny, hırslarının peşinde oradan oraya
savrulurken, Forrest’ın tamamen kadere teslim olan hayatı onu; en az iki
amerikan başkanı tarafından takdir ettirmiş, bacakları olmayan bir savaş
gazisine Apple gibi bir şirket bırakmış, hizmetçilik yapan asker arkadaşının
ailesinin hayatını karidesten gelen parayla değiştirmiş, Elvis’e, shit
happens’a ve daha bir çok şeyle Amerikan tarihine geçmiş.
En sonunda hastalığıyla birlikte yıllarca hayattaki tüm
mücadelesinin hiçbir anlamı olmadığını, mutluluğun aslında “hiçbir şey”
olabilmekten geçtiğini anlıyor Jenny, fakat artık, Kazancı Bedih’in de dediği
gibi “tükendi nakti ömrüm”.
Forrest’a gelince, hayatta arzularıyla,
hırsla mücadele edenlerin sahip olmak istediği her şeye sahip olan Forrest’ın
da sahip olmadığı bir şey var, hem de
hayatta tek arzu duyduğu, uğruna tek mücadele ettiği şey; Jenny.
Özetle tüm kadim öğretilerin
söylediği gibi “hiç” olmanın erdemi üzerine sinemanın kelimeleri ile söylenmiş
bir güzelleme. Dünya, hırsları ve hedefleri olanlar için yaşaması epey zor bir
yer maalesef.
*Not: Bu yazı Dünyevi Dergisinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder