ATÖLYE-5; Böyle şeyler ancak filmlerde olur.


Film: Modern Times
Yapım: 1936, ABD
Yönetmen: Charles Chaplin
Senaryo: Charles Chaplin
Oyuncular: Charles Chaplin, Paulette Goddard, Henry Bergman

   Kült filmler kategorisinde listenin tepesinde yer alması münasebetiyle hakkında internette bir çok karalama bulacağınız bir film. Zamanının ötesinde bir iş olması hasebiyle kendinden bu kadar bahsedilmesini, referans gösterilmeyi hak ediyor. Günümüzde bile hala şiddetli bir toplumsal sorun olarak varlığını sürdüren endüstri-insan ilişkisini, henüz endüstri çağının ergenliğe yeni adım attığı, sinemanın ise emeklemek ve adım atmak arasında olduğu bir dönemde farkedip ele almasıyla çok özel. Bir çok kaynak Chaplin'in ilk sesli filmi olarak belirtir.  İşte fabrikada sürekli yaptığı işin artık tik haline gelmesi, patronların yemek saatlerine bile göz dikmesi, komünist işçi hareketi lideri olarak içeri girmesi, sonra otorite ile iş birliği yaptığı için tahliye olması, gece bekçiliği sırasında hırsızlığa tevessül eden arkadaşları ile karşılaşması, garsonken bile şarkı söyleyerek eğlence sunmak zorunda olması v.s derken, film endüstri toplumu ve insan kavramı üzerinden Şarlo'nun zekasıyla ince ince işlenmiş şüphesiz. Ancak bence film,  ilk 3 saniyesinde esas sözünü öyle bir vuruyor masaya, o 3 saniyeden sonra söylenen her şey kafi olanı kafiyeli kılmak için yapılmış gibi geliyor.

Filmin açılış sahnesinde önce bir ağıldan çıkan koyun sürüsü gösteriliyor, sonra basit bir fade out-fade in geçişi ile metro istasyonundan çıkıp işlerine yetişmeye çalışan modern(!) insan topluluğunu görüyoruz. Bugün bile ders olarak okutulacak bu gösterge bilim vecizesi kendi içinde inceliklerle dolu. Etinden, sütünden, yününden hatta gübresinden bile istifade edilen bir hayvan sürüsü teşbihten sonra, yemek molası saatine bile göz dikilen işçi sınıfının anlatılması kadar doğal ne olabilir? Endüstri makinalarını döndüren bir dişli olması dışında Meksikalı, İtalyan, Fransız, İngiliz kökenli olmasının hiçbir ehemmiyeti olmayan Amerikan toplumunun farklı cinslerde koyunlardan müteşekkil bir sürüyle tasvir ediyor Şarlo,  Üstelik koyun sürüsü arasına iliştirdiği bir kara koyun ile Amerikan toplumunda kölelik döneminden devşirilen ırkçılık meselesini de es geçmeden, modern kölelik kavramına bir şerh düşüyor.
                         
Ancak fazla melankolik bu hikayede yerli yerine oturtamadığım bir şeyler var. Biz prensesini camdan ayakkabısıyla bulan prensler yerine, mahallemizin bir tanesi Müjganların zengin mahallelerinde kül kedisi masallarına dönüşen hikayelerinde geride bıraktıkları Sadri Alışık'ların safındayız. Hani esas kızımızın restoranda söylediği şarkıda bahsettiği gibi ihtiyar adamın parmağındaki pahalı yüzüklerin peşinde geçiyor hayat. Öyle paytak şarloların, sıcak samimi sevgilerine minnet duyulmuyor pek, kimsenin köhne, dökülen bir tahta kulübede mutlulukla yetineceği filan yok. Hem esas kız Paulette Godard'ın restoranda sözlerini unutmaması için şarlonun koluna yazdığı şarkıda ne diyordu;
"pretty girl and a gay old man, flirted on the boulevard, he was fat old thing but his diamond ring caught her eye/ yani mealen; Güzel bir kız ve yaşlı adam caddede flört ediyordu. Adam ihrtiyar şişmanın tekiydi ama elmas yüzüğü kızın gözlerini kamaştırdı."

Simema böyle bir şey işte. Hakikat, filmde geçen bir şarkı, bir rüya sahnesiyle fantazi kılınırken, ışıklar ve kamera yardımıyla suretlere büründürülen fantazi, gerçeklik olarak algılanır.Gökten üç elma düşer, Newton yer çekimini bulur, herkesin bir ağırlığı olur birden. Sonra eski zamanlar biter, modern zamanlar başlar. Katı olan her şey buharlaşır, insan yüklerinden kurtulur! Zamanın ruhu bedenden ayrılır, Zeitgest ölür. El baki, hüv'el baki. Ruhuna El-Fatiha.