KPSS ile Cellatlığa Atanmak



Künye 
Film                        :   Pierrepoint The Last Hangman
Yapım                     :   İngiltere, 2005
Senaryo                  :   Bob Mills, Jeff Poppe
Yönetmen               :   Timothy Spall, Eddie Marsan

  Film, 1905-1992 yılları arasında yaşamış olan Albert Pierrepoint'in hayatını anlatan bir biyografi. Pierrepoint'in yaşamını beyaz perdeye taşıyacak kadar özel kılan ise mesleği. Albert Pierrepoint Birleşik Krallığa bağlı resmi görevli bir cellat.Yasalarla tüm kamu personellerinin yükümlü olduğu gibi takım elbise giyip, kravat takmakla, her gün traş olmakla yükümlü... Devlet güvencesi ile sigortalanmış bir ağabey. Bizde ki 657'ye tabi olmak anlayacağınız. Üstelik babası da aynı işi yapıyormuş. Albert kolay kolay kimsenin yapmak istemeyeceği bu işe nasıl sürüklenmiş, babasından mı  öğrenmiş, KPSS puanı ancak buna mı yetmiş yoksa o yıllarda İngilterede memuriyet babadan oğula mı geçermiş bilemiyoruz. Her nasılsa babadan oğula nesilmiş bunlar. Filmde bu mevzunun üzerinde pek durulmamış gerçi ama aslında Albert'in çocukluğunun da dahil edildiği bir hikaye olsaydı daha çarpıcı olurdu bence. Düşünsenize o her okulda varolan baban ne iş yapıyorcu, babanızın mesleğine göre tavır takınan öğretmen; küçük Albaert'e sorduğunda ne cevap almıştır. Çocuklar arasındaki benim babam, senin babanı döver hiyerarşisinde Albert'in konumu nedir, merak etmiyor değiliz. Ya da Albert babasını vergi hesapları yapan, eksik fatura kesen işletmelere ceza yazan bir vergi müfettişi mi sanmıştır, babasının mesleğini öğrendiğinde ne yapmıştır alsa bilemiyoruz. Zira filmde de Albert çocuk sahibi değil, gerçekte sahip miydi yine bilimiyoruz.

   Bir adam düşünün, devlet memuru. Her hafta muntazam bir şekilde işe gidiyor, para kazanıyor. Şehir dışı görevlendirmelerde yol-yemek harcırah alıyor. Biraz işkolik ya da diğer bir tabirle işini seviyor ama eve iş getirmiyor. Gözü yüksekte olmayan, ancak yaptığı işte en iyisi olmaya çalışan tiplerden. İşini seviyor, fakat işini sevmek, resmi görevli bir cellat olan bu adamın mesleği için fazlasyıla absürt. Fakat  onu 682 infaz gerçekleştirdiği için kim suçlayabilir ki? Gündüzleri birilerinin boynuna ilmeği geçiren bir adam, akşam eve gelince ne yapar? Bir barda içmeye gittiğinde, arkadaşlarına ne anlatır. Mesela ne tür filmlerden hoşlanır? Çayı nasıl içer, evde işler nasıl döner, televizyon kumandası kimde durur ya da kim evlenir böyle bir adamla? Film biraz bunların hikayesi ama biraz daha bunların hikayesi olsa fena olmazmış bence.

  Özellikle idam cezasının meşruluğu ya da insanın yaşam hakkı gibi temel hak ve özgürlükleri üzerine kafa yoran sosyolog irisi arkadaşların, adalet kavramı ve ceza hukuku üzerine düşünen kafkaesklerin ve bilimum kemik çerçeveli gözlük takan, fularlı arkadaşların izlemesi tavsiye olunur. Tabi ki "bizim de entelektüel kaygılarımız var kardeşim" diyen film izleyelim mi görünümlü filmden sonra sevişkenlerininde izlemesinde bir mahsur yoktur.

    Film aslında Albert'in şahsında idam kararının meşruluğunu irdeliyor. Adalet düşmanlarımızı cezalandırdığı sürece mi varolsun, yoksa adaletin sembolü Yunan tanrıçası Themis kılıcını bize çevirmeden önce göz bağını bir aralayıp suçu işlediğimiz ruh halimize bir baksın mı? Bir anlık bir öfke patlamasıyla kimseyi öldürmeyeceğimizden bu kadar emin olduğumuz için mi vurun kahpeye. Ya şeytan doldurduysa, ya hiç aldatılmadığımız için hiç kıskançlık cinayeti işlemediysek, Ya hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değilse ?  

-- spoiler içerir --

   Kariyeri boyunca 682 infaz gerçekleştirmiş bu ağabey. İnfazları sırasında yargılamıyor, düşünmüyor. Onun için tek önemli olan kurbanın boyu ve kilosuna göre doğru urganı seçebilmek.İnfaz sırasında o kadar duygusuz ki Albert, sanki kitaplıktaki bir raftan, kitap alıyor, sanki bir restoranda hesap ödüyor...Mahkumu tezkin etmek, ona acımak ya da suçun cezasını icra ederken adalet adına bir intikam duygusu beslemek Albert'e göre değil. Onun görevi, ipi çekmek ve en acısız şekilde infazı gerçekleştirmek. Tabutun içindeki insan hayalleri, hangi suçtan yargılandığı, ölümden korkup-kormadığı umrunda değil. Kendi tabiriyle içeriye girerken hapishane kapısının dışında bırakıyor Albert'i. Bu sayede işinde iyi bir kariyere kavuşuyor. Artık tüm İngilterede en hızlı infaz gerçekleştiren memur olarak anılıyor Albert. Tam o sıralarda 2. dünya savaşı sonucunda tüm dünyanın nefretini kazanmayı başaran onlarca üst düzey nazi subayı ingilterede yargılanıyor ve beklendiği gibi idam cezasına çarptırılıyorlar. İş, devletin bu konudaki en kıdemli memuruna veriliyor tabi ki. Çünkü tüm nazi subayları bir gün içerisinde gözlerinin içine en ufak bir merhamet belirtisi olmadan bakılarak infaz edilmeli. Albet bu olaydan sonra dikkatini çekiyor tüm ingiliz halkının. Bu olaydan sonra kahramanları oluyor.  Çünkü herkes nefret ediyor nazi subaylarından. Sonuçta düşman denen şey ölmesi istenen bir şey değil midir? Fakat aynı hukuk, aynı yargı bu insanların eşlerinin, oğullarının, komşularının idamına hükmedince İngiltere halkı idam kararının meşruluğunu tartışmaya başlıyorlar. Tabi fatura yine Albert'e kesiliyor. Dünün kahramanı bir anda günah keçisi ilan ediliyor.

-- spoiler --


Replik-i ala: " Onların tümünün öldürmek için insani nedenleri vardı. Şehvet, kıskançlık, nefret, kin gibi insana ait duygularla öldürüyorlardı. Ya ben, ben neden öldürüyordum? "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder